Şu anda okuyorsunuz
Körlük, José Saramago

Körlük, José Saramago

Yazar hakkında:

16 Kasım 1922 tarihinde Lizbon kentinin kuzeyindeki küçük bir köy olan Azinhaga’da (Ribatejo) doğdu. Yoksul bir köylü ailenin oğlu olarak büyüdü. Ailesiyle birlikte taşındığı Lizbon’da öğrenim gördü. Öğrenimi sırasında kırsal kesimde çalıştı. Ekonomik sorunları nedeniyle okulu bıraktı. Makinistlik eğitimi aldı. Teknik ressamlıktan redaktörlüğe, editörlüğe ve çevirmenliğe kadar birçok işte çalıştı.

Bir yayınevinde, yayın hazırlığı ve üretim departmanında görev yaptı. Diario ve Lisboa gazetelerinde kültür editörü olarak çalıştı. Siyasi yorumlar yazdı. Portekiz Yazarlar Birliği’nin yönetim kurulunda görev üstlendi. 1976’dan sonra kendini tümüyle kitaplarına verdi.

1993’te Kanarya Adaları’nda Lanzarote’ye yerleşti. Pilar del Rio ile evlendi. İlk romanı Günah Ülkesi (Terra do Pecado) 1947’de yayınlandı.

Yazarın romanları ve denemelerinin yanı sıra iki şiir kitabı ve oyun kitapları da vardır. Saramago, 1998 Nobel Edebiyat Ödülü’ü kazandı.

KÖRLÜK

“Aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.”

Evinizden çıktınız, aracınıza binerek yolculuğunuza başladınız. Peki bu yolculuk tamamlanacak mı? Kırmızı ışığı gördüğünüzde yeşil ışığın yanmasını beklemeye başladınız. Ya gördüğünüz son görüntü o kırmızı ışık olsaydı. Bir daha hiç göremeseydiniz. Görme yetinizi hiç ummadığınız bir yer ve zamanda kaybetmiş olsaydınız ne hissederdiniz.

Yazarın romanında mekan ve isim kullanmaması olması farklı bir boyut kazandırmış. Kişileri fiziksel özellikleri ve meslekleri ile betimliyor romanın sonuna kadar.

Romanda bir diğer farklılık ise diyalogları konuşma çizgileri ile ayırmamış olması. Tüm iletişimler tek cümle içinde nokta dan fazla virgül kullanılarak yazılmış olması.

Yoğun trafikte yeşil ışığı beklemekte olan şoför son gördüğü şeyin kırmızı ışık olduğunu fark ettiğinde trafik çoktan arap saçına dönmüştür. Kör olduğunu haykıran şoför kendisine sözde yardımcı olan hırsız tarafından evine götürülür. Fakat evden ayrılırken arabayı da alarak oradan uzaklaşır. Bu körlükte simsiyah bir dünya yerine beyaz süt denizini andıran bir görme kaybıdır. Bunun bir salgın olduğu kısa zamanda fark edilir. Trafikte kör olduğunu fark eden adamın arabasını

çalan hırsız, sonra hırsızın karısı, ilk körün gittiği göz doktoru ve doktorun muayenehanesinde sırada bekleyen diğer hastalar…

Salgına yakalananların hepsi bembeyaz bir boşluk görmesine nedeni ile “beyaz felaket” olarak adlandırılır. Doktorun eşi salgına yakalanmamıştır. Hükümet tarafından devreye sokulan acil eylem planı ile tüm salgına yakalananlar bir akıl hastanesine kapatılarak karantinaya alınırlar. Çözüm yerine toplumdan tecrit etmek uygun görülmüştür. Kullanılmayan harap insanlık dışı şartlara sahip bu hastanede salgına yakalananlar haricinde kimse yoktur. Yardım eli olacak tek bir kişi bile. Koğuşlara kendileri yerleşirler. Hastanenin etrafı silahlı askerlerle çevrilmiş ve dışarı çıkacak hastalar için vur emri verilmiştir. Doktorun eşi kendisinin de kör olduğu yalanını söyleyerek hastanede kalmayı başarır. Her gece yapılan anonslar ile şartların ağırlığı daha iyi ortaya çıkmaktadır. Günde sadece 3 öğün yemek kapıya bırakılmakta, sıhhi yardım yapılmamaktadır.

Fakat salgın büyük bir hızla yayılmasını sürdürür ve kısa zamanda hastanesindeki nüfus artar. Zaman geçtikçe yiyecek paylaşma konusunda sıkıntılar ortaya çıkar. Silahlara sahip olan bir koğuş, diğer koğuşlardaki körleri ezmeye ve onların tüm varlıklarına el koyup, onların kadınlarını isterler. Doktorun karısı tecavüzlere dayanamayarak onların ele başını makasla öldürür.

İlginizi Çekebilir

Yazarın roman boyunca “vicdansızlar” olarak tarif ettiği bu silahlı koğuşu ateşe verilir. Hastane tamamıyla yanar. Yangından sadece doktor ve karısının da içlerinde olduğu grup kurtulmuştur. Akıl hastanesinden kaçtıklarında aslında ülkenin tamamının kör olduğunu anlarlar. Ülkede “beyaz felaket” kol gezmektedir.

Hastaneden kurtulup, hayatta kalmaya çalışmak artık daha zordur. Askerler yemek getiremeyecek bu yüzden kendileri vahşi doğada avlanır gibi yemek bulmak, hayatta kalmak zorunda kalacaktırlar. Pisliğin, kirin, mikropların kol gezdiği bir yerde yaşamak kolay olmayacaktır.

Romanda her şeyden önce yaşadığımız hayat ve sahip olduğumuz değerlerin ne kadar önemli olduğunu, farkına dahi varmadığımız mükemmellikleri taşıdığını ve onları kaybedersek hayatımızda nasıl felaketlerin olabileceği anlatılıyor. Bu nedenle yaşanılan her an, sahip olunan her şey çok değerli.

‘’ Zamana zaman tanırsanız her şeyi çözümler.’’

Keyifle okumanız dileğiyle

Göknil KONGURTAY

Bu içeriğe tepkiniz nasıl oldu?
Bayıldım
0
Kızgın
0
Komik
0
Şaşkın
0
Üzgün
0
Yorumu gör

Bir cevap bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Türkiye'den ve Dünya’dan kadınlara öncelikli olarak, bütün kesimi ilgilendiren haberler tarafımızca bizzat yapılmaktadır. La Femme Nicomedia bir markadır. Her hakkı saklıdır. Bu websitesinde yer alan hiçbir metin/haber izin almadan kopyalanamaz.

Yukarı Kaydır