Şu anda okuyorsunuz
Büyükada’lı Yorgo’nun aşkından, bir ömür boyu çalınan akordeona…

Büyükada’lı Yorgo’nun aşkından, bir ömür boyu çalınan akordeona…

Büyükada'lı Yorgo'nun aşkından, bir ömür boyu çalınan akordeona... ''MADAM ANAHİT''

Bir Beyoğlu Rapsodisi: Madam Anahit

Bir Rum gencine, Yorgo’ya aşık olduktan sonra akordeon çalmaya başlayan Anahit,42 yıl boyunca Çiçek Pasajı’ndaki misafirlerine “Yıldızların Altında” söyledi.

Çiçek Pasajı’nı mesken edinen İstanbul Beyefendileri’nin misafiri oldu. Ta ki, İstanbul çehresini değiştirene kadar. Kendine “Cebi Delik” ünlü diyecek kadar mütevazi, son günlerindeki zor koşulların içinde makyajını yapıp, hanımefendiliğinden hiçbirşey kaybetmeyecek kadar güçlüydü. Çiçek Pasajı’nın masalarını tutanlar değiştikçe Anahit, Çiçek Pasajının yaşlı akordeoncusu muamelesini görmeye başladı. Kalabalığın arasına sıkışmış beyefendiler ise masalarında Anahit’i ağırlamak için gider olmuşlardı Çiçek Pasajı’na. Çiçek Pasajı’nda İstanbul’u yaşatan son çiçek olmuştu.

Şanlıyım biliyor musun? Şanslıyım çünkü “Yıldızların Altında’yı hem çocukluğumda hem gençliğimde Anahit Kuyrig (abla)’in sesinden dinledim. İlk tanıştığımda yanımda hovarda dedemleydik. Sokağın başından dedemi tanımış, masamıza gelmiş, dedemin onu görür görmez doldurduğu kadehini tokuşturmuştu. O gün, şen şakraklığını aralara kata kata sohbet ederken, aşık olduğu Rum gencinin ismini fısıldadı masaya…Fısıldadı ve gözleri dolu dolu daha bir sarılarak dokundu akordeonuna… Sanki bir sır belledim o anı. Adı geçen, anılan dost sohbetlerinde bile kimselere söylemedim. Söylemeyeceğim de… O gün masada çiçekli bluzu, siyah eteği, gelen, elinde bir iki bilezik, kulaklarında küpeleriyle karşımda oturan Anahit ile bizim sırrımız. Kim bilir kaç kişi biliyordur ya bunu.. Ne önemi var ki? Çocukluğumdan bir derin anı… Ve o gece tuvalete giderken, ayağına bastığımda gülümseyip, başımı okşayan, güzel olan her şeye aşık olan kadındı…

Yirmili yaşlarımda Çiçek Pasajı’na giderken ise karşımda başka bir Anahit Kuyrig vardı. Yan masalarda sofra adabını bile birkaç sima araayıp bulamazken, muhabbet yerine gürültü içinde içerken Anahit, bir son umuda dönüşmüştü benim için… Ama o farklıydı artık. Gözleri bir hüzünlü bakar olmuştu. Yıllarca o sokakları izleyen gözler buğulu bakıyor, bıkkınlık, umutsuzluk yüzündeki derin çiziklere yansıyordu. Gülümseyişinde hala çocukluğumda tanık olduğum kadın yaşıyordu, bir anda da sönüp çok uzaklara gidiyordu. Son gününe kadar eksik etmediği ruju, makyajı ve gözlükleriyle… Çuvalla para verseler bile hoşlaşmadığında çalmayan kadın,ikinci eşinin ölümünden sonra geçinebilmek için düğünlerde bile üç beş kuruşa çalar olmuştu. İçki alemindeki tek kavgamdı, Çiçek Pasajı’nda Anahit ile dalga geçenlerin masasına koşmam… Bilmiyorlardı bu kadının nasıl soylu bir aileden geldiğini, bir zamanlar boğazda yalıları olduğunu…

Onu tanıyanlar azaldı…Sokaktaki çalgıcılarla, hatta dilencilerle karıştırılır, aynı muameleyi görür oldu. Binalar değişiyordu, kıyafetler değişiyordu, insanlar cep telefonlarından konuşuyordu, ama Beyoğlu ölüyordu. Anahit’in yaşamına tanıklık eden insanlar gibi, sokaklar da, binalar da yitiyordu. Mide kanserine yakalanan Anahit, hasta olduğu dönem de bile kaçtı gitti Çiçek Pasajı’na. Akordeonun nağmelerini armağan etti, her geçen gün uzaklaştığı yabancılara…

Çiçek Pasajı’nın kapı komşusu Üç Horan Kilisesi’nde sessilik hakimdi, dostlar ya gelmemişler ya da çoktan onun yeni yaşamında karşılamaya gitmişlerdi. Dostların nicesi çoktan göçüp gitmişti… Kilisenin sessizliğine rağmen akordeonundan dökülenler kulaklarını dolduruyordu üç beş kalanın…

Anahit Kuyrig, ne zaman gitsem Çiçek Pasajı’na, bırak pasajı Balıkpazarına, aklımda gelmediğin bir gün olmuyor. Son günlerinde “Burada ölüp gideceksin, yaşlandın” diye kovaladılar seni… Nafile…Öyle bir yerleşmiş ki makyajın, rujun, hanımefendi duruşun; öyle bir sinmiş ki parmaklarından dökülen notalar silinmiyorsun, kaybolmuyorsun. Varsın tanımasın seni yeni alemciler, varsın kadehler tokuşurken gözükme gözlerine sen ordasın…

Hem sadece ben hatırlamıyorum ki seni… Nice aşıklar sen Yıldızların Altında’yı söylerken sarılmadılar mı birbirlerine… Derdini dinlemedin mi yüzlerce müdavimin… Sen her birinin Beyoğlu hikayesinde yaşıyorsun… Bak o hınzır dediğin gülüşümle söylüyorum ki merak etme, seni anmadan anlatamazlar Pera’yı…

Sadece Çiçek Pasajı değil, Beyoğlu dolup taşıyor her bir sokağında… Masalarda yer kalmıyor, kadehler boş durmuyor. Muhabbet, muhabbet olmasa da muhabbete benziyor. Ben de arasına karışıyorum sokakların… Bir iki tek atıyorum. Biliyor musun artık Çiçek Pasajı’ndan çok doluyor Asmalı… Nevizade ise bildiğin Nevizade…Son günlerinde Çiçek Pasajı’ndan çok geldiğin Nevizade’de müdavimler masalaranı kaptırmıyor… Efe’ler, efeliklerini sürdürüyor

Birazdan çıkacağım… Senin gibi rakımı dolduracağım, senin gibi tadını çıkartarak içeceğim… Bugün canımı sıkan bri sürü şeye, senin duruşunla gülümseyeceğim. Yeni arkadaşlarını kıskanıyorum. Kimbilir onlara neler çalıyorsundur. Aramızda da hiç susmamalısın. Pera’yı Pera yapan daha yüzlerce değerin yaşamak zorunda… Aşıklar için, yazarlar için, besteciler için, İstanbul’u yaşayanlar için…Kulaklarımda Kazancidis’İn İparho’su… Tüylerim diken diken oluyor, siyah beyaz videosuyla dinleyince…Kızma…Yapamadım… Gözlerim dolmadan masamdan kalkamadım. Huzur içinde uyu ve gülümse….

Kendi ağzından ‘Madam Anahit’

“Taksim’de doğdum. Tarlabaşı nahiyesi. Bir de ağabeyim vardı, uzun yıllar ‘Vartabed’ olarak hizmet verdi İstanbul’da. Vosgik Vartabed olarak tanınır. Annem piano tutkunuydu. İlk öğrenimimi Anarat Hığutyun Katolik okulunda bitirdim. Şimdi Taksim Sanat Evi oldu. Lise eğitimimi ise Esayan Okulu’nda gördüm.

İlk gençlik yıllarım adada geçti, orada Rum bir komşumuz vardı, oğlu çok güzel akordeon çalardı. Erir, gıpta ederdim. Gönül verdim. Arto Benon’dan akordeon dersleri almaya başladım ve anneme çok ısrar ettim bana bir akordeon alması için. Gittik aldık akordeonu ve ardından doğru Saint Antoine’a, koydum akordeonumu mimberin önüne, adağımı yerine getirdim…

En güzel yıllar 30-35 yaşlarında olduğum yıllardı. Bak Ayhan Işık’ın fotoğrafı var duvarda. Bu duvara bak, Zeki Müren, Sadri Alışık, Kemal Sunal, Yılmaz Güney… Hepsi de iyi insanlardı, iyi sanatçılardı, beni de çok severlerdi. Şimdi hepsi mazi oldular… Birkaç filmde de oynamıştım; ‘Arkadaş’, ‘24 Saat’, ‘Öğretmen’ ve başka filmler. 35 yılım geçti Beyoğlu’nda, şimdi ihtiyar oldum…”
Aret Vartanyan’dan

Bu içeriğe tepkiniz nasıl oldu?
Bayıldım
1
Kızgın
0
Komik
0
Şaşkın
0
Üzgün
1
Henüz yorum yok. İlk yorumu siz yapın!

Bir cevap bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Türkiye'den ve Dünya’dan kadınlara öncelikli olarak, bütün kesimi ilgilendiren haberler tarafımızca bizzat yapılmaktadır. La Femme Nicomedia bir markadır. Her hakkı saklıdır. Bu websitesinde yer alan hiçbir metin/haber izin almadan kopyalanamaz.

Yukarı Kaydır